SELMAN BOYLU slmnbyl@gmail.com

DEMOKRASİ ALDATMACASI

05 Aralık 2014 Cuma 00:24

Demokrasi deyince siyasetin içini boşalttığı bir soyut terimden bahsederek mi yoksa; demokrasi kazanımlarının nitelik ve niceliğinden bahsederek mi zihinsel sorgulama yapmak için elbette Türkiye ve Dünya gerçeğinin bizleri sevk ettiği böylesine karmaşık fakat ve bir o kadar mecburi bir yol var önümüzde.
Türkiye'de modern demokrasi tarihinin de aslında devrimci/koruyucu/önleyici (!) darbeler ile başladığını ve bu başlangıcın kısmi demokrasinin -ya da kişiye göre demokrasinin- yerleşmesini ve terim olarak aslında toplumsal çoğunluğu ifade eden bu kavramın pratikte bir sınıfsal azınlığın haklarını (!) koruma işlevinde olması bize başta söylediğim gibi böyle bir mecburi istikamet belirlemiştir. Bu durum dünya ölçeğinde ise ülkeler arasında oligark devletlerin BM, IMF, NATO, G8 gibi teşkilatlar aracılığıyla diğer bütün uluslar arası sözleşmeleri yok saymalarını, geçici bir süre için fiilen askıya almalarını veya görmezden gelmelerini bir hak(!) olarak görmelerini sağlamaktadır. Ülkeler özelinde bireylerin veya uluslar üstü ölçekte devletlerin yapmaya çalıştıkları itirazlar, hak arayışları veyahut kazançlarının olması gereken doğal sınırlardan çok sınıfsal bir ayrıcalık sahibi olanlarınki ile çakıştığında hatta paralelinde olsa dahi sınırlı ve kısıtlıdır. Yani özgürlük sınırlarınız bir başka özgür bireyin veya toplumların sınırlarına kadar değil oligarkların sınırlarına kadardır.
Oligarşi, aslında demokrasi ile birlikte anılmaması gerekirken, olası birleşmede doğal olarak dominant etki yapacaktır -ki oligarşik yapılanmasını tamamlamış modern dünyanın parçası olan ülkemizde bu birliktelik başarılmıştır. Sınıfların hâkimiyetinin olduğu bir yerde tabiidir ki ayrıcalıklı sınıfın bütün hakları imtiyazlı olacaktır. Sözgelimi toplumları idare edenlerin tercihleri, toplumun haklarının sınıfsal ayrıcalıklıları ile bir karşıtlığı durumunda tercihlerin oligark-demokrasinin gereği olarak güçlü azınlığın lehine olacaktır. Bu tür bir hâkimiyetin olduğu memleketlerde oligaklar, statükolarının korunmasını da toplumun itirazının olamayacağı ortak değerlerin yüceltilmesi ya da tam tersi olarak bazı değerlerin törpülenmesi aracılığı ile sağlayacaklardır.
Ülkemizde sınıfsal ayrımın teoride belirgin çizgileri olmamasına rağmen toplum ihtiyaçlarının/taleplerinin karşılanması noktasında sınıfsal bir mücadelenin olduğu izlenimini edinmek pek zor değildir. Bu gidişatın aslında demokrasinin de oligarşik iç ve dış sınırlarının belirlenmesi gibi bir karmaşayı desteklediği aşikârdır.
Bu karmaşa da bizleri demokrasinin kimin haklarını kime karşı nasıl korunacağı gibi temel bir sorgulamaya itecektir. Hatta "Demokrasi, bir koruyucu kalkan mıdır, özgürlüklerin kullanılması mıdır veya bir baskı aracı mıdır?” gibi aslında pratikte bütünlüğe katkısı olan,  birbirini desteklemesi gereken bu gibi soruların sorulmasını sağlayacak ve temelde demokrasiyi kavramsal bir sorgulanmaya itecektir. Dolayısıyla toplumların demokrasinin olmadığına inanmasına eğer demokrasi varsa ve bu ise böyle bir demokrasinin istenmemesine neden olacaktır. Pratik hayat, teoride daha farklı anlam yüklenen demokrasi kavramın dışlanmasını ve bunun seçkinler tarafından kullanılan bir aldatmacadan ibaret olduğunun düşünülmesini sağlamıştır.
Türkiye için de oligark-demokrasinin varlığı tartışılabilir bir durumdur. Fakat toplumumuzda da mevcut demokrasi uygulamasının sınıfsal bir ayrıcalık getirdiği, bireylerin temel haklarını garanti altına aldığı farz edilen demokrasi hâkimiyetinin kısıtlılığı dolayısıyla tarihsel süreç içerisinde hükümet etmenin iktidar olmak anlamına gelmediği gibi haklı bir kanaat oluşturmuştur. Ülkemizde Oligark-demokrasinin kokusunun bu kadar yaygın olduğu ama tanımlanmış demokrasinin sağladığı imkânları kullanan yeni yöntemler karşısında güç kaybettiği, aynı şekilde bu stratejinin bir devamı niteliğinde küresel bir karşıt duruş olarak Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın “dünya beşten büyüktür” yüksek sesli itirazının bu oligark devletlere karşı devletlerin (devlet kastı ile yönetimde olan iç oligarkları değil daha çok bu devletlerin halklarının) sesi ve umudu olduğu bir gerçektir.
İşte tam da bu noktada ayrıcalıklılar oligark-demokrasinin korunması ve kollanması konusunda militarist yöntemleri çekinmeden kullanacaklardır. Küresel ölçekte Afganistan ve Irak savaşları, Arap baharı, Mısır darbesi, IŞİD (DEAŞ), Suriye’de devrilmeyen Esad, periyodik yıkıma ve soykırıma uğrayan Filistin, ulusal ölçekte ise Kürt sorunu, darbe girişimleri, gezi olayları, 7 Şubat MİT krizi, 17-25 Aralık operasyonları, 6-7 Ekim Kobani gerekçeli olayların bir de bu pencereden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Sonuç olarak; halkların kendilerini idare etmeleri olarak tanımlanan demokrasinin günümüz dünyasında hem ülkelerin iç idaresinde hem de uluslar arası ilişkilerde halkın temel insani haklarının değil; güçlü ve imtiyazlı sınıfların ayrıcalıklarının korunması için kullanılan bir aldatmaca olduğunu düşünmemek için aklımızı olabildiğince zorlamak –ki kabullenmesi mümkün görünmüyor– veya aldanmanın akışına kapılmak gerekiyor.

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #